Diktatörlüğü durdurabiliriz!

Korku, güvensizlik ve umutsuzluğa mahkûm edilmek istenen halkın diktatörlüğe, neoliberal İslamcı politikalarına, toplumda yarattığı tüm çürümüşlüğe itirazını bir direniş hareketi biçiminde örgütlemek üzere harekete geçme zamanı. Kulaktan kulağa fısıldama değil, en yüksek sesle haykırma zamanı: Durdurabiliriz!


Türkiye’de siyaset küçük sularda büyük fırtınalar kopartılarak sürdürülüyor. Ama “büyük denizdeki” dalgalanmalar henüz fırtınaya dönüşmedi, rüzgârını bekliyor. Bu rüzgâr da 12 bin kilometre uzaklıktaki kıtasında kanat çırpacak emperyalist kelebeği değil, halkın içinde kanat çırpacak kelebekleri bekliyor.

Devlet Bahçeli, yeni bir şeymiş gibi, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ı destekleyeceğini ilan etti. 696 sayılı KHK’yi eleştirdi diye başta Erdoğan olmak üzere tüm şebekesi ile AKP, eski Cumhurbaşkanı ve iktidarın bugünkü gücünün sorumlularından Abdullah Gül’e savaş açtı. Her devrin iktidar yandaşı Sabah yazarı Mehmet Barlas, Türkiye’nin Suriye’deki cihatçı terör örgütlerine silah yollamasının sorumluluğunu eski dışişleri bakanı ve başbakan Ahmet Davutoğlu’na yıktı. Davutoğlu, “Takip edilen strateji başta Milli Güvenlik Kurulu olmak üzere Bakanlar Kurulu toplantıları ve ilgili güvenlik-dış politika mekanizmaları çerçevesine alınmış devlet kararları ile şekillenmiştir”, kısaca “Hep beraber yaptık” diyerek itiraz etti. ABD’nin, İran’a uyguladığı ambargoyu delmekten (8,5 milyar dolar rüşveti paylaştıkları açığa çıkanlar henüz yargılanmamışken) yargılanan Halk Bankası yöneticisi Hakan Atilla’nın suçlu bulunduğu davaya bağlı olarak Türk bankacılık sistemine uygulanacak yaptırımlar bekleniyor. Küçük sular bulanıp durdukça çamur artıyor, durulmak bir yana bataklık derinleşiyor.

Bunlar olurken büyük denizlerde kopacak fırtınalara karşı panik halde tedbir üstüne tedbir alıyorlar. 696 sayılı KHK bu paniğin en açık itirafı oldu. AKP çetelerine cezasızlık vaat edilirken, araya AKP şirketlerine devlet işlerinin şaibeli ihale ile verileceği vaadi sıkıştırılıyor. Faşist çeteleşmeye ekonomik çeteleşme eşlik ediyor. CHP’nin “FETÖ’cü” suçlamalarından bunalan Süleyman Soylu, sözde “torbacıları” kastederek polislere “Bacaklarını kırın” sözleri ile yargısız infaz ve işkence talimatını veriyor. Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın “Soylu’nun ifadesi bir kararlılık ifadesidir. Hukuki çerçevenin dışına çıkan bir konuşma değildir” diyerek savunmaya geçiyor. SADAT, HÖH, Sedat Peker gibi çete-mafya kırması yapılanmalar parlatılıyor. Bir süre önce barış çağrısı yaptığı için 1,5 yıl hapis cezasına çarptırılan Amedspor oyuncusu Deniz Naki’ye Almanya’da silahlı saldırı yapılması, akıllara Alman istihbaratının AKP milletvekili Metin Külünk’ü para yardımı yapmakla suçladığı AKP yandaşı çeteleri ve Garo Paylan’ın yurtdışındaki muhaliflere yönelik suikast hazırlığı yapıldığına dair açıklamalarını getiriyor.

Bütün bunlar elbette ki çürümüş iktidarı koruyamama korkusundan kaynaklı organize bir kötülüğün seferberliği. Organizasyonun reisi Erdoğan, “2019 seçiminin yerli ve milli olanlarla, ipi başka mahfillerin elinde bulunanlar arasında geçeceği açıktır” diyerek, parlamenter muhalefet dahil tüm muhalefeti şimdiden ipi (kökü) dışarıda düşmanlar olarak tanımladı. Bu davranış meşruiyet krizinin görünenden çok daha büyük olduğunun işaretidir.  Korkularının iki yönü var; biri kontrgerilla içi güvensizlik, diğeri ise halk korkusu.

AKP, 2019 seçimlerini, serbest seçimler olarak değil bir tür savaş olarak değerlendirmektedir ve harekâtı çoktan başlatmış durumdadır. Serbest seçimlerden istediği sonucu elde edemeyeceğini 7 Haziran’da ve 16 Nisan’da gördü. 7 Haziran’da durumu sonradan kanlı şekilde toparlarken 16 Nisan’da aynı gün hileyle müdahale etti, 2019’a ise iki sene önceden müdahale ediyor, yani çok daha kompleks müdahaleler beklenmeli. Erdoğan’ın elinde kolluk ve cezalandırma aygıtları, arkasında sayısı ve güvenilirliği tartışmalı edilgen yüzde 50 bandında sağ seçmen varken; karşısında ise sürekli itiraz eden, dinamik, toplumun eğitimli, üretken yüzde ellilik kesimi var. OHAL ve KHK rejimi ile elindeki baskı güçlerini en yasadışı şekillerde kullanarak arkasındaki seçmen yığınının dağılmasını önlemeye çalışırken, muhalif kitlelerin itirazlarını, direnişlerini boğmaya ve görünmez kılmaya çalışıyor. “Dava”larının bir yalan rüzgârı olduğu ortaya çıktıkça her gün yeni bir enerji kaynağı bulma çabası içine giriyor. Kâh Atatürkçü oluyor, kâh anti-emperyalist, kâh çevreci, kâh kamucu. Ama fıtratlarında bunlar yok; yağmacı, gerici, baskıcı, kadın düşmanı, halk düşmanı bir siyasal İslamcılık var. En son Gül örneğinde görüldüğü gibi “dava”yı terk edenler paniklemelerine neden oluyor, inandırıcılıklarını yitirdikçe kendi saflarında dağınıklık-bölünme yaratacak herhangi bir alternatifin gölgesini dahi oluşmadan boğmaya girişiyorlar. Ve en bildikleri yöntemlere başvuruyorlar: Tehdit, şantaj, satın alma ve savaş çağrısı! Bunları gören-bilen Erdoğan iktidarda olmasına rağmen 2019’u şimdiden garantilemeye soyunurken muhalefetin sandık gününü beklemesi ve sanki serbest seçimler olacakmış havası ile davranması ise diktatörlüğün en önemli olanağına dönüşüyor.

Oysa “büyük deniz”, içinde barındırdığı birçok olanağı göstermek istercesine dalgalanıyor; AKP’nin üzerine iktidarını kurduğu sütunları aşındırıyor, inandırıcılığını sorguluyor, kurtuluş umudu arıyor.
Çocuklarımız sadece gerici yurtların karanlık köşelerinde cinsel saldırıya uğramıyor; Diyanet buna cevaz verecek tarzda (kız çocukların 9 yaşında evlenebilecekleri) içtihatları barındıran sözlüğü sitesinde tutuyor. Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ “Diyanet Allah’ın kanunlarını uygular” diyerek açıkça laikliği yok sayıyor. RTÜK aynı mantığın doğrudan uzantısı olarak TV’de şortla dans eden 7-11 yaş arası çocuklarda “milleti tahrik eden” unsur gören bir karara imza atıyor. Gerici “öğretmenler” din adına çocukları cinsel nesne gören açıklamalar yapıyor, bunlardan biri “Kız çocuklarının vücut hatlarını gösterecek şekilde giyinmeleri zinaya davettir, Kuran talebesi olan herkes böyle düşünür, böyle söyler” diye meydan okuyor. Toplum ise sanıldığının aksine sineye çekmiyor, dizginlerinden boşalan gericiliğin ve yarattığı çürümüşlüğün karşısında duruyor. Başını kadın hareketinin çektiği eylemler polis saldırılarına rağmen sürerken, “Diyanet kapatılsın” talebi ilk kez bu yaygınlıkta ve meşruiyette dile getiriliyor. Tüm devlet teşvikine, zorla imam hatipleştirmelere rağmen imam hatip kontenjanlarındaki boşluk toplumdaki direncin bir başka göstergesi. Kadın ve çocuklara yönelik, dinsel gericilikle beslenen ve iktidar tarafından tetiklenen saldırganlık, laikliğin önemini yaşamsal hale getirirken bu saldırganlık karşısında büyüyen tepki laiklik mücadelesinin örgütlenme zeminini/olanaklarını genişletiyor, diktatörlüğe karşı halk direnişinin temel eksenlerinden biri haline getiriyor.

AKP’nin işçi düşmanı politikaları, devrimci işçi mücadelesi yürütenlerin sabırlı ve sistemli çabaları sonucunda gizlenemez hale geldi ve taşeron işçilerin kadroya alınması talebi kabul edilmek zorunda kalındı. Ancak işçi düşmanlığı politik genlerine işlemiş olan AKP, bu talebi de sulandırarak ve işçilere hak kaybı yaratarak, ciddi bir sayıyı kapsam dışı bırakarak, çeşitli hukuksuzluklarla eleyerek hayata geçirmeye çalışıyor. Erdoğan, kapsam dışı bırakılan ve kadro isteyen taşeron işçiye “Ne kadrosu çalışıyorsun ya”, 1603 lira olarak belirlenen asgari ücreti az bulanlara “Beyefendiler beğenmiyor. Ya eline diline dursun” diye bağırıyor. Üstelik asgari ücretin 152 lirası patronlar yerine devlet tarafından halkın cebinden karşılanıyor. İşçi eylemleri ve direnişleri parçalı da olsa uç veriyor, üstelik “insanca yaşam, güvenceli çalışma” talebi yalnız Erdoğan muhalifi olanlarda değil AKP tabanında da yankı buluyor.

Her gün ülkenin başka bir noktasından kentlerin ve doğanın talan edilmesine karşı tepkiler açığa çıkıyor. Toplum fazlasıyla politikleşmiş; diktatörlük projesinin baskı cenderesi, neoliberal yıkım ve dinselleştirme politikalarının yarattığı çelişkiler etrafında gerilmiş durumda. Devrimciler açısından inisiyatif alma zamanı. Korku, güvensizlik ve umutsuzluğa mahkûm edilmek istenen halkın diktatörlüğe, neoliberal İslamcı politikalarına, toplumda yarattığı tüm çürümüşlüğe itirazını bir direniş hareketi biçiminde örgütlemek üzere harekete geçme zamanı. Kulaktan kulağa fısıldama değil, en yüksek sesle haykırma zamanı: Durdurabiliriz!

Diktatörlüğü durdurabiliriz!

Örgütlerimizi dönemin görevlerine göre seferber ederek ve toplumun diktatörlükten rahatsız kesimlerinin en ileri öncü kuvveti görevini ve iddiasını önümüze koyarak, muhalefetteki tereddütleri ve kafa karışıklıklarını giderecek bir plan-program çıkartarak durdurabiliriz!

Halkı diktatörlüğe karşı örgütlü bir güç haline getirerek durdurabiliriz!

Halkın direnme eğilimlerini, ilerici direniş dinamiklerini, farklı mücadele alanlarındaki direnişleri diktatörlüğe karşı bir direniş hareketi halinde örgütleyerek durdurabiliriz!

Laikliği, eşitliği, özgürlüğü, yurtseverliği, barışı, kadın özgürlüğü ilkelerini direnişinin meşru temeli ve yeni bir ülke kurma mücadelesinde direniş hareketinin programı haline getirerek durdurabiliriz!

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)